Hz. Davut'un kılıcı ve Kripto metodu ile yazılmış kitabesi


Bir zamanlar adeta dünyanın idare merkezi olan ve asırlarca bu vasfını sürdüren Topkapı Sarayı… Bugünkü adıyla ise Topkapı Sarayı Müzesi… Dünyanın manevi başkentlerinden biri olan İstanbul’da, Sarayburnu sırtlarında muhkem bulunan bu müzenin “kutsal emanetler” bölümünde öyle bir parça muhafaza ediliyor ki, o parça, taşıdığı gizemi yıllardır koruyor. Onun sırrı yıllarca birçok araştırmacıyı peşinden sürükledi ama kimse henüz bu gizemi çözemedi. Hz. Davut peygambere izafe edilen kılıç ve onun bir çeşit kripto metodu ile yazılmış kitabesinden bahsediyoruz. İlginç olan ise kitabede, sadece geçmişte kılıcın başından geçmiş olanlardan değil, gelecekte geçecek olanlardan da bahsetmesi.
Osmanlı’nın (Yavuz Sultan Selim dönemi) Mısır’ı fethedeceği otuz yıl öncesinden yazılı olarak kehanet edilmiş ve “Mısır Fethi” kitabedeki gerçekleşmiş kehanetlerden biri… Kitabe, Osmanlının bitişini de haber veriyor. Ama bizler için asıl merak konusu olan, ondaki, geleceğe ait büyük kehanetin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği.
Kılıcın serüvenin nasıl başladığı, ilk olarak Topkapı Sarayı Müzesinin eski Sabık Müdürü Tahsin Öz tarafından yazılan ve 1953’te yayınlanan “Hırka-i Saadet Dairesi ve Emanat-ı Mukaddese” isimli kitapta gündeme geliyor.
Bu kitabın 38. ve 39. sayfalarında kılıç ve kitabesiyle ilgili eski müze müdürü Tahsin Öz’ün yazdıklarını aynen aktaralım:
“Bu kılıç, envanteri yapılmak üzere açıldığı sırada, tabanı diğer kılıçlara nazaran daha kalın bir pas tabakası altında idi. Mütehassıs memurlar elile temizlenince, üzerinde insan resimleri ve yazılar bulunmuş ve bunların etüd mevzuu olduğu belirmiştir.
Kılıcın kabzası ağaç üzerine siyah meşin kaplı ve balçağı demirdendir. Uzunluğu 101 santimdir. Tabanı geniş iki ağızlı ve ucu sivridir. Tabanın kabzaya yakın kısmında bir insan resmi bulunmakta olup bir elinde kılıç ve diğer elinde bir kafa tutmaktadır. Bunun altında gayet yüzden hâk edilmiş arabca bir satır bulunmakta olup yazıların arasında cinsini tesbit edemediğimiz (belki Nabatî) bir çeşit yazı daha bulunmaktadır. Son satırda Davud, Süleyman, Musa, Harun, Yuşa, Zekeriyya, Yahya, İsa, Muhammed isimleri okunabilmektedir.
Bu kılıcın demiri beyaz madenden olup fevkalâde keskin ve emsaline tesadüf edilemeyecek bir hususiyet arzetmektedir. Ancak üzerindeki kısmen okunabilen yazılardan mahiyetinin tesbiti imkâsızdı. Bir müddet sonra sarayın Emanat Hazinesi denilen deposundaki eserler tasnif edildiği sırada bakır bir kitâbe dikkatimizi celbetti. Çünkü üzerinde, kılıçtaki resimlerin ayni bulunuyordu. Bu kitabenin bir tarafı 32 satır arabça ve diğer tarafındaki 28 satır da sözü geçen yazı karakterinde idi. Buradaki resim kılıca nazaran daha bariz görülüyordu.
(…) Altında gemiye müşabih bir resim bulunmakta ve baş tarafında 888 tarihi yazılıdır.”
Kılıç ve kitabesiyle ilgili bu teknik bilgilendirmeyi yaptıktan sonra Tahsin Öz, kitabenin hülâsasına geçer. Asıl garipliklerin birbirine geçtiği yer burasıdır.
Bu garip kitabenin bir yüzünde, kılıçtakine benzer şekilde (resimde görüldüğü gibi) bir elinde kılıç ve bir elinde de kesik baş tutan figür bulunur; ancak aralarında küçük gibi görünen büyük farklar vardır. Şöyle ki: Kılıçtaki adam resminin -anlaşılmaktadır ki bu resim Hz. Davud’u temsil etmektedir- kafasında huni şeklinde bir külah varken kitabedeki figürün kafasında iki boynuz vardır. Bu durum figürün ayaklarıyla birlikte değerlendirildiğinde bariz bir şekilde anlaşılmaktadır ki bu resim bir cini temsil etmektedir. Çünkü cinin ayakları gibi görünen (yani göstermelik olan) iki şekil aslında ayak değil, Arapçadaki ? (Tı) harfidir. ? (Tı) harfleri, resimden hariç tutularak bakıldığında cinin geriye doğru kıvrılmış ayaklarını görülmektedir. Resim, altıdaki vefklerle beraber değerlendirildiğinde bir tılsıma benziyor.Belki de kılıcın, koruyucu tılsımı olarak yapılmıştır.
Bir elinde kılıç, diğer elinde kesik baş tutan (kesik baş biraz silik hâldedir) ve
Hz. Davut’un Calut’u öldürmesi olayını betimleyen figür kılıç üzerine
resmedilmiş.
Bakır kitabenin cin resmi bulunan yüzünde, hangi dil ve alfabe ile yazıldığı anlaşılmayan bir metin dikkat çekiyor. Müzenin eski müdürü Tahsin Bey’in “Nabatice olabilir” dediği bu yazıların, vefk yani cinlerle alakalı tılsım yazıları olduğu, gizli ilimlere aşina olan herkes tarafından anlaşılabiliyor. Tarihçiler de vefk meselesini iyi bilir. Dolayısıyla Tahsin Bey de muhtemelen bu yazıların vefk olduğunu tahmin etmiş ancak akademik ve resmi bir tarzda yazdığı kitabından dile getirmek istememiş olabilir.(?) Vefkler birçok farklı gizli alfabe ile yazılabilirler; buradaki ortak vefk karakterlerini ise hem kılıçta hem de kitabede görebiliyoruz.